Bazı kavramlar vardır ki, onları düşündüğümüzde zihnimiz bir boşluğa düşer. Sonu olmayan bir şeyin tasavvuru gibi... Ya da asla ulaşılamayacak bir hayalin peşinden gitmek gibi. “İmkansızlık” ve “sonsuzluk” bu anlamda birbirine hem çok uzak hem de tuhaf bir şekilde yakındır. Biri sınırın ötesini tarif eder, diğeri ise sınırın olmadığını söyler.
İmkansızlık, genellikle bir yenilgi ifadesidir. “Bu mümkün değil” dediğimizde, aslında bir sınır çizmiş oluruz. Bu sınırın ötesi artık düşüncenin değil, hayalin ve çoğu zaman inkârın alanıdır. Fakat ironiktir ki, insanlık tarihinin en büyük başarıları hep bu çizginin ihlal edilmesiyle ortaya çıkmıştır. Uçmak, aya gitmek, görünmeyeni görmek… Hepsi bir zamanlar imkansızdı. Belki de imkansızlık, yalnızca bugünkü bilgimizin sınırlarını işaret eder.
Öte yanda, sonsuzluk başka bir bilmecedir. Matematiksel olarak tanımlanabilir, sembollerle gösterilebilir, ancak gerçek anlamda kavranması imkansızdır. Zamanın, mekanın ya da sayıların sonu olmadığını düşünmek, zihnin doğal sınırlarını zorlar. Çünkü insan aklı hep başlangıç ve bitişe alışkındır. Oysa sonsuzluk, tam da bu alışkanlığı reddeder. Ne bir başlangıç ister, ne de bir son.
Peki bu iki kavram neden bu kadar birbirine benzer gelir? Çünkü ikisi de insanın ulaşamayacağı bir noktayı tarif eder. İmkansızlık, fiziksel ya da zihinsel sınırlarla ilgiliyken; sonsuzluk, kavramsal ve varoluşsal bir sınırsızlık hali sunar. Ama belki de ikisi de yanılgıdır. Belki hiçbir şey imkansız değildir ve hiçbir şey gerçekten sonsuz olamaz. Belki de imkansızlık, zamanla eriyen bir buzdağıdır; sonsuzluk ise bizim algılayış şeklimizin bir yansımasıdır.
Albert Einstein’ın bir sözü vardır: “İmkansız, sadece henüz gerçekleşmemiş olandır.” Bu bakış açısıyla, imkansızlık ve sonsuzluk, aslında bizi sınırlayan değil, özgürleştiren iki uçtur. Ne zaman ki bir şeyi imkansız olarak görmeyiz, işte o zaman onun mümkünlüğüne ilk adımı atmış oluruz. Ne zaman ki sonsuzluktan korkmayız, o zaman yaşamı dar sınırlar içinde değil, geniş ufuklarda yaşamaya başlarız.
Sonuçta, bu iki kelime yalnızca felsefi ya da bilimsel meseleler değildir. Günlük yaşamda da kendilerini gösterirler. Hayallerimizin büyüklüğünde, korkularımızın derinliğinde, sevgimizin sınırında… Her yerde karşımıza çıkarlar. Ve belki de tek yapmamız gereken şey, bu kelimelerle mücadele etmek değil; onları anlamaya çalışmaktır.
Çünkü belki de imkansız olan, yalnızca denemekten vazgeçtiğimiz andır.Ve sonsuz olan, içimizde taşıdığımız inançtır.