Sararan zamanın sessiz şiirini dinlemeye hazır mısınız? Öyleyse buyrunuz…
Ekim, takvimin en içli ayıdır. Ne yazın hoyrat neşesi vardır onda, ne de kışın keskin yalnızlığı. Arada kalmış gibi görünse de, aslında en çok kendine ait olan odur. Ekim, doğanın içe döndüğü, renklerin solgun bir ihtişamla vedaya hazırlandığı, insanın kendi içine çekildiği bir mevsimdir. Bu ayda zaman yavaşlar; saatler değil, duygular ağırlaşır.
Sabahlar serin, akşamlar erken. Güneş, artık gökyüzünde uzun uzun kalmaz. Işığı bile daha düşüncelidir. Ekim’de gökyüzü, pastel tonlara bürünür; ne mavinin cüretkar parlaklığı, ne grinin keskinliği… Her şey bir geçiş hâlindedir. Bu geçiş, sadece doğada değil, insanın ruhunda da yaşanır. Ekim, içsel bir mevsimdir. Dışarıda dökülen yapraklar, içeride dökülen düşüncelerin yankısıdır. Yapraklar… Her biri bir vedadır. Ağaçtan koparken çıkardıkları ses, bir mevsimin değil, bir hatıranın sonudur. Ekim’de yürürken ayaklarınızın altında çıtırdayan yapraklar, geçmişin sesini taşır. Bir dostun gülüşü, bir çocukluk anısı, bir yarım kalmış cümle… Hepsi bu ayda yeniden konuşur. Çünkü Ekim, hatırlamanın ayıdır. Unutulmuş mektuplar, eski kitapların arasında kalmış kurumuş çiçekler, bir zamanlar yazılmış ama gönderilmemiş duygular… Hepsi bu mevsimde yeniden can bulur.
Ekim, yalnızlığın da en zarif hâlidir. Kalabalıklar çekilir, sohbetler kısalır, gülüşler daha sessiz olur. Ama bu yalnızlık, ürkütücü değildir. Aksine, insanı kendine yaklaştırır. Ekim’de yalnız kalmak, kendinle baş başa kalmaktır. Bir pencere kenarında oturup yağmuru izlemek, sadece dışarıyı değil, içeriği de seyretmektir. Yağmur, bu ayda başka yağar. Usul usul, sanki toprağı değil, ruhu ıslatmak ister gibi.Şehir bile başka olur Ekim’de. Sokaklar daha düşünceli, kafeler daha sessiz, insanlar daha içli… Herkes biraz daha az konuşur, biraz daha çok düşünür. Belki de bu yüzden Ekim, edebiyatın en sevdiği aydır. Şairler bu ayda daha çok susar ama sustuklarında bile daha çok şey anlatırlar. Romancılar karakterlerine daha çok hüzün yükler, denemeciler daha derin sorular sorar. Çünkü Ekim, kelimelerin ağırlaştığı, cümlelerin derinleştiği bir zamandır.
Ekim, bir geçiştir. Ama sıradan bir geçiş değil; yazdan kışa, dıştan içe, neşeden dinginliğe, kalabalıktan yalnızlığa doğru bir yürüyüştür. Ve bu yürüyüşte herkes kendi hikâyesini yeniden okur. Belki bir eksilme, belki bir kabulleniş, belki bir yeniden başlama… Ekim, tüm bunların mevsimidir.Bu ayda doğa, insana en büyük dersi verir: bırakmak. Ağaçlar yapraklarını bırakır, rüzgâr dalları savurur, gökyüzü güneşi erken uğurlar. Ve insan, tutunduğu ne varsa, biraz daha gevşetir. Çünkü Ekim, bırakmanın da zarif bir biçimde yaşandığı zamandır. Acıtmadan, kırmadan, sessizce…
Sonbaharın ortasında, Ekim’in tam kalbinde, insan kendini yeniden tanır. Belki bir kitapta, belki bir şarkıda, belki bir yürüyüşte… Her şey daha anlamlı, daha derin, daha gerçek olur. Çünkü Ekim, yüzeyselliğin değil, derinliğin mevsimidir.
Ve işte bu yüzden, Ekim sadece bir ay değildir. Bir ruh hâlidir. Bir şiir, bir iç monolog, bir sessiz çığlık… Belki de en çok kendimizle konuştuğumuz zamandır. Zamanın yavaşladığı, duyguların ağırlaştığı, kelimelerin derinleştiği bir mevsim. Ekim, hayatın edebi bir biçimde kendini hatırlattığı ay…