Bir zamanlar sabahları uyanınca perdeyi aralayıp güneşi selamlayan bir kadın vardı.Adı neydi bilmiyorum ama gözlerinin içinde sabahın ilk ışığı gibi bir umut parıldardı.Kahvesini içerken, pencereden süzülen ışığın toz zerrecikleriyle dansını izler,“Hayat ne kadar da güzel” derdi, kendi kendine.Sanki her yeni gün, Allah’ın yeniden “denemeye değer” dediği bir mucizeydi onun için.
Ama zaman…
Zaman dediğin şey, iyimserlerin kalbine ağır ağır çöken bir karanlıktır bazen.Gözyaşıyla yoğrulmuş gecelerin, sessiz çığlıkların, umudu kemiren küçük hayal kırıklıklarının sabırlı bir heykeltıraşıdır.Ve bir gün o da anladı: İnsan ne kadar güçlü olursa olsun, birikmiş kırgınlıklar insanı yavaş yavaş ezer,tıpkı rüzgârın bir taşı zamanla toza çevirmesi gibi.
Eskiden insanlara kolayca inanırdı.Birinin “söz” demesi, onun için bir ant kadar değerliydi.Bir gülümseme, bir dost eli, bir selam bile kalbini ısıtmaya yeterdi.Ama sonra gördü ki bazı insanlar gülümserken bile hesap yapıyor.Bazı sözler, söylenirken bile kırılmak üzere söyleniyor.Ve bazı dostluklar, en ihtiyaç duyduğun anda senden sessizce çekip gidiyor.
Bir sonbahar günüydü…
Rüzgâr ağaçlardan sarı yaprakları koparırken o da kendi içinden bir inancı kaybetti:“İyilik, bir gün mutlaka geri döner.”O gün anladı ki, bazen iyiliğin dönüşü yoktur.Bazen verdiğin şey, sadece kaybolur.Ve o kayboluşla birlikte senin içinden bir parça daha gider.Zaman geçti.Gözlerinin içindeki ışık sönmedi belki ama artık daha temkinli yanıyordu.Bir mum gibi…Rüzgâr estiğinde titreyen, ama sönmemek için direnen bir mum.İyimserliği artık bir refleks değil, bir mücadeleydi onun için.Kendine her sabah aynada “Bugün de inan, olur mu?” derdi.Ama sesinin titrediğini fark ederdi.Biri ona “Neden eskisi gibi gülmüyorsun?” dediğinde,“Çünkü artık bazı gülüşler kalbime ağır geliyor” diyordu.Eskiden kalbinde çiçekler açan kadın, şimdi dikenleriyle yaşamayı öğrenmişti.O dikenler bazen canını acıtıyor ama aynı zamanda onu koruyordu.Bir daha kimse kolayca yaklaşamasın diye…
Ve ne gariptir, bu kırılmış hâliyle bile hâlâ güzeldi.Çünkü içinde hâlâ iyimserliğin küllerinden doğan bir direnç vardı.Hâlâ yağmurlu günlerde pencereden dışarı bakıp sessizce dua ediyordu:“Bir gün, hiçbir şey beklemeden yine sevebileyim.”
Artık güneşi selamlamıyor belki,ama güneş doğduğunda başını çevirip bir an bakıyor:O eski kendisine, o saf inancına, o çocuksu iyimserliğine…Ve fısıldıyor kendi kendine,“Sen gittin ama ben seni hatırlıyorum.”Çünkü biliyor…Her insan biraz eksilse de, iyimserlik bir kere kalbine dokundu mu,asla tamamen ölmez.Sadece sessizleşir, derinlere çekilir,ve doğru bir anı bekler…
Yeniden filizlenmek dileğimle..


