“Muallim”…
Bu kelime, sadece öğretmek fiilinin yanına iliştirilmiş bir unvan değildir; ruhu aydınlatan, insanın kaderine yön veren, toplumun hafızasında iz bırakan bir ışık sanatıdır. Muallim, tarihin her döneminde bir kişiden çok daha fazlası oldu: Karanlığa bir mum, susuz kalmış gönle bir pınar, düşmüş ruhlara bir sığınak…
Eski medreselerin gölgesinde, tozlu defterlerin arasında, Anadolu’nun rüzgârı sert, toprağı bereketli köylerinde hep aynı cümle yankılandı:
“Muallim yeryüzünde yürüyen bir meşaledir.”
İlk bilgiyi bir mağara duvarına işleyen isimsiz taş ustasından, Endülüs’te öğrencilerine gökyüzünü gösteren İbn Rüşd’e; bilimle inancı buluşturan Farabî’ye, soru sormayı öğreten Sokrates’e; ilk alfabeleri düzenleyen Sümer bilginlerinden, insan zihnini özgürleştiren Konfüçyüs’e kadar bütün öğretmenler aynı sükûneti taşırdı:Yaşamı öğretirken kendilerini sessizce geri çekme zarafeti…
Ve yakın tarihimiz…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Muallimler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” sözleri, bir milletin yeniden doğuş manifestosu gibiydi. Atatürk’ün başöğretmenliğiyle başlayan o yolculukta, ülkenin dört bir yanında köy çocuklarına kalem tutmasını öğreten Köy Enstitüleri’nin öncüleri; Hasan Âli Yücel’in kültür hamleleri; İsmail Hakkı Tonguç’un ezber bozan eğitim fikri; Halide Edip Adıvar’ın cephelerde bile ders anlattığı yıllar… Onlar, hem öğretmen hem nefes, hem kalem hem vicdandı.Sabiha Sertel, özgürlüğün öğretmeniydi.Ahmet Rasim, sokaklarda gezen bir şehir muallimiydi.Ali Kuşçu, göklerin öğretmeniydi.Sabahattin Eyüboğlu, düşünmeyi, sorgulamayı öğretmenin sabrını taşıyordu.Ve daha niceleri…Tarih boyunca her büyük değişimin ardında, görünmez bir öğretmenin izi saklıydı.
Muallimlik maaşla ölçülen bir iş değildir.Kağıt üzerinde bir saat çizelgesine sığmaz.Çünkü muallim, bir çocuğun gözlerindeki ışığa değdiği anda yeniden doğar.Muallimlik bazen bir sandalye gıcırtısının eşliğinde, bir köy okulunda üşüyen çocukların üzerine kabanını örten fedakârlıktır.Bazen bir öğrencinin matematikle barışması için gecelerce yeni yöntemler düşünmektir.Bazen bir genç kızın “Ben okuyabilir miyim?” sorusuna cesaretle verilen “Elbette!” yanıtıdır.Bir muallimin duası, “Ben öğreteyim, o benden daha iyi olsun” duasıdır.Bu dua o kadar büyüktür ki, nesiller boyu sürer; bazen bir bilim insanının keşfine, bazen bir doktorun şefkatine, bazen bir annenin çocuk yetiştirme tarzına dönüşür.Muallim, toplumun sessiz mimarıdır.
Bugünün modern sınıflarında akıllı tahtalar, tabletler, sayısız kaynak var.Ama iyi bir muallimin taşıdığı “göz teması, gönül bilgeliği, sabır, karakter, merhamet” hâlâ hiçbir teknolojide yok.Muallimlik hâlâ bir dokunuşla başlar…Bir öğrencinin dünyaya bakışını değiştiren o küçücük ama büyük an:“İnanıyorum sana.”Bu cümlenin ağırlığı, tarihteki bütün öğretmenlerin omuz omuza verdiği o kadim zincirle taşınır.
Bir milletin ordusu güçlü olabilir, binaları yüksek olabilir, ekonomisi büyüyebilir…Ama bir muallimin yetiştirmediği toplum, çürüme tehlikesiyle her an yüz yüzedir.Çünkü muallim, sadece bilgi vermez;ahlakı, vicdanı, sorumluluğu, adaleti, nezaketi, emeği öğretir.İnsanlığın en keskin kılıçları muallimlerin kalemidir.En büyük savaşları cehalete karşı onlar verir.Bu yüzden muallim, tarihin en eski ve en saygın kahramanıdır.
Bugün bir sınıfa adım atan her öğretmen, Mevlana’nın sabrını, Yunus Emre’nin dilindeki sevgi tohumunu, Hacı Bektaş-ı Veli’nin adalet anlayışını, Atatürk’ün çağdaşlık idealini taşır.O yüzden “muallim” kelimesi telaffuz edildiğinde kalbimizde bir yer titrer.Çünkü hepimizin hayatında bir gün kaderimize dokunan bir muallim olmuştur.Bizi biz yapan, ufkumuzu açan, dünyayı anlamamızı sağlayan…
Muallimler;Siz, tarihin en sessiz ama en büyük devrimcilerisiniz.Ve adınız, öğrettikleriniz sürdükçe hiç kaybolmayacak.

