İnsanoğlu; Şan, şöhret, makam, mevki sevdası, doymak bilmeyen nefsinin arzuları ve hep “bana, benim, ben “ diyen beşeri hırsları sebebiyle, kendi Öz’ünden çok uzaklara düşmüştür.
Kimisi, koştura koştura peşinden gittiği ve hep çok uzaklarda aradığı hazine sandığının, kendi yakin özünde olduğunu keşfederek gerisin geriye istikametini gönlüne çevirmiştir;
Kimisi de bu beyhude koşturmalara ısrarla devam ederek, her adımda Gönlün’den biraz daha uzaklaşıp, bir zaman sonra kendi sesini dahi duyamaz hale gelmiştir.
Ve en nihayetinde;
Önceleri, “Ne için Varım? Nereye gidiyorum böyle koştura koştura” diyen o ses, bir zaman sonra uzaklarda kalan ve duyulamayan bir fısıltı haline gelir.
Derken, zaman hiç yetmez olmaya başlar…
Çünkü artık hep yoğundur beyhude telaşeler içinde!
Ve hep çok işi vardır, bu nedenle de bir türlü sıra gelmez,
Ne kendine, ne hayallerine, ne de en sevdiklerine…
Ve hep yüzeydedir yaşamı, bir türlü hazır hissedemez kendini derinlere dalmaya ve hakikatle buluşmaya…
Çünkü zordur yüzleşmesi insanın kendisiyle…
Ve meşakkatli gelir beşere, kendini kendinden kurtarmak elbette!
Ağrı kesiciler içinde geçen bir ömür misali,
Kah yalandan oyuncak zaferleri ile, kah arabaları, evleri, mücevherleriyle, kah daha pek çok gelip geçici hevesleriyle, avutur kendini ve kapar kulaklarını duymaya cesaret edemediği içindeki o sese…
Sonra an gelir, yıkılır birer birer, inşa ettiği tüm babil kuleleri…
Çünkü inşaat yanlış yerdedir, gönlünden çok uzakta, her an şaşıp kaymaya müsait mahallerdedir!
MEZLAKA-İ AKDAM; Ayakların kaydığı yer demektir.
İnsanoğlunun, zanlar yanılgılar içinde,
Yanlışlar ve hatalar yapmaya müsait davranışlarını sergilediği alanlardır.
Israrla sabitlenen Duruş Noktaları ve tekrar tekrar aynı kısır döngülere sevk eden yaklaşımları ile her biri düşmelere zemin oluşturacak nitelikte Ayakların kaydığı yerlerdir.
Her ne kadar dosdoğru istikamet üzere yürünse de,
Eğer, Göz şaşar ve kayar ise,
Mezlaka-i Akdam olur!
Onca nefes ziyan olur,
Ve netice de Hüsran olur…