Mimaride kubbenin merkezinde yahut duvarlarda, çatıda, kapı üstlerinde çoğunlukla dairesel ya da kemerli olarak tasarlanan pencerelerdir.
Kökeni Antik Romaya kadar dayanan bu pencereler için, göz anlamına gelen latince “oculus” kelimesi de kullanılmaktadır. Gözpencere (oculus), Roma döneminde Pantheon gibi yapılarda karşımıza çıkarken, Bizans döneminde ve Neoklasik dönemlerde de kullanılmıştır.
Gözpencereler, içeriye doğal ışık alınmasını sağlarken, yapının ağırlığını da hafifleterek binaya hem işlevsel hem statik hem de estetik bir unsur olarak katkı sağlarlar.
Süslemeleri ile mekanı güzelleştiren Gözpencereler, bir yandan içerideki karanlığa ışık tutarak mekanı aydınlatırken, diğer bir yandan da mekana derinlik katan mimari tasarım öğeleridir.
Tıpkı, insanlar arasında;
Gönül gözüyle görenlerin bulunduğu mekanı güzelleştirirken, bir yandan karanlıkları aydınlatan diğer yandan da yaşama derinlik katan olmaları gibidir.
Bu nedenle Gönül ehli insanlar birer ışıktır;
Duvarlar arasında (Beşerlikleri içinde) hapsolmuş insanoğluna…
Karanlıklar’dan Aydınlıklar’a çıkarmak üzere, İner iç alemine Nur’u ala Gözpencereden,
Dip’lerdeki sırlanmış / gizlenmiş olan Aşk ateşinden!
Gönül’e dahil olma süreçlerinde,
Önce duvarlar (Beşerlik) payandalar ile güçlendirilir ki nice depremlerde fırtınalarda yıkılmadan dimdik kalınsın ayakta!
Lakin sadece güçlü bir beden yetmez devam etmeye bu yolculuğa…
Çünkü ancak İçsel gelişim ve DİP’ten hissedilen ateş ile devam etmek mümkündür ki Hakk Aşıkları, Harpuştalar misali rahmet yağmurlarında doyasıya yıkanmak arınmak üzere şemsiye açma kolaycılığına yahut sığınmaya tenezzül dahi etmeden gönül kadehindeki Aşk şarabını içerler!
Ardından, Gözpencerelerden erişilir semaya,
Yürümek üzere “Daima ileriye! Daima yukarıya!”
Beden yer yüzünde bırakılırken,
Alemler seyirdedir Ademi!
Gönül ise gökyüzüne çıkarken,
Seyreder Alemleri…
Çünkü Gönül gözleri açıldığında,
Beşerlikler içinde de kalınsa,
Ulaştırılır duvarların arasından Gökyüzüne, Eriştirilir Sonsuz Aşk olmak üzere yar yüzüne…
Ve;
“Hiç kimse, yaptıklarına karşılık onlar için hangi göz aydınlığının saklandığını bilmez.”
Der yüce Mevla Kur’An’da!
Öyleyse neden bırakırsın kendini karanlık duvarlar arasında Ey Can!
Açmak varken bir gözpencere Gönül’den masmavi gökyüzüne?
GÖZPENCERE;
G-önlünün
Ö-zündeki
Z-ikr-i Aşk’a
P-ervaneliğindedir,
E-hl-i Hal;
N-azar-ı Ayn’ındaki
C-elvet-i Nur’un
E-hl-i Hakikati’nden
R-afi
E-srük’lüğüyle!
Çünkü Gözpencerenin Derin Manası;
Hal Ehli, Sınırsız Gönülde Sonsuz Aşk içinde Pervane olurken,
Hakikat Ehilliğini yücelterek yükselten Nurani Göz’ün Bakışının Sonsuzluğunda,
Aşk ile sarhoş olmuş Aşıklığının Gönül Gözleridir!
Ve Ancak;
DİP’ten hakikatli inanmış ve inandırmış olanlar ile safsade’ce Gönül eşliğinde olmaya gönül verenlerin nasibidir Gözpencere!
Öyleyse bırak kendini O’na, korkma!
Bedenin, Beşer’liğin engel olmasın gönül dokunuşlarına…
İşte o vakit;
Gözünü dahi kırpmadan seyreylerken Alevi,
Canatarcasına atlarsın Ateş’e,
Şem’e Aşık olan pervaneler misali…