Savruluyoruz diye döktüğümüz gözyaşları, üzgünüm ama boşa dökülmüşsünüz meğer. Uçuyormuşuz oysa ve benim dünyadan haberim yokmuş... Rotasız olan hiçbir şeyi sevmiyorum diye, panik yaşamak da benim cehaletim olsun, farkına varmak için yaşayıp görmek gerek. Bütünden zerreye, detayları, renkleri görerek sindirmek gerek.
Hayatın her köşesinde gözümüze çarpan o renkli detaylar, sadece estetik değil; aynı zamanda derin bir tefekkür vesilesidir. Allah, alemi yaratırken onu sadece var etmekle kalmamış, eşsiz bir sanatla bezemiştir. Renkler, bu ilahi sanatın en açık, en etkileyici boyutlarından biridir. Gökyüzünün mavisinden sonbaharın sarısına, çiçeklerin morundan insan tenlerinin farklı tonlarına kadar her bir renk, Allah’ın kudretinin ve sonsuz ilminin bir tecellisidir.
Modern hayat, insana hız ve konfor sağlarken ne yazık ki onu doğadan, yani aslında Allah’ın tabiat kitabından uzaklaştırmıştır. Oysa yaratılıştaki bu renkli düzen, yalnızca görsel bir şölen sunmak için değil; düşünmemiz, ibret almamız ve şükretmemiz için de vardır.
Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın yaratma sanatına dair birçok ayet bulunur. Özellikle Rum Suresi 22. ayette, “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır,” buyrularak, renklerin bir hikmet üzere var edildiği açıkça ifade edilir. Bu farklılıklar bir ayrım değil; bir zenginliktir. Tıpkı bir ressamın tablosunda her rengin ayrı bir anlam taşıması gibi…
Baharın gelişiyle birlikte canlanan doğa, Allah’ın kudretini ve rahmetini bize en renkli haliyle sunar. Tomurcuklanan çiçekler, rengarenk meyveler, yeşeren ağaçlar… Her biri hayatın içinde bir mucize gibi durur. Üstelik bu mucize, her yıl yeniden, yeniden yaşanır. Bıkmadan, usanmadan…
Ne yazık ki biz insanlar, çoğu zaman bu güzelliklerin içinden geçerken onları fark etmiyoruz. Oysa bir çocuk, bir kelebeğin kanadına hayranlıkla bakarken, aslında Rabbine olan hayreti öğreniyor. Belki de “tefekkür” denilen şey, biraz da bu saf bakışı kaybetmemekle ilgilidir.
Şimdi bir an durup etrafımıza bakalım. Belki bir sabah gökyüzünün pembesiyle karşılaşırız. Belki bir sokakta, kaldırım kenarına tutunmuş bir menekşeye rastlarız.
Ya da belki bir insanın gözlerindeki farklı tonda bir bakış çarpar gözümüze… Bunların hepsi Allah’ın renkli yarattığı alemin parçalarıdır. Ve her biri, bizi Yaradan’a götüren birer işarettir.
Bu yazıyı okuyan herkese bir çağrım var: Renkleri sadece görmekle kalmayın, onları hissedin. Bir ağacın yeşilinde hayatı, bir çiçeğin sarısında neşeyi, gökyüzünün morunda huşuyu arayın. Çünkü bu renkler yalnızca doğada değil, ruhumuzun derinliklerinde de karşılık bulur. Ve her renk, Allah’ın insanla kurduğu o büyük iletişimin bir parçasıdır.
Allah’ın renkli yarattığı alemi fark eden insan, aslında kendi içindeki güzelliği de keşfeder. Ve belki de bu fark ediş, bizi daha merhametli, daha şükreden, daha bilinçli bir kul haline getirir.
Son söz yerine bir dua: “Allah’ım! Gözlerimizi hakikatin güzelliğine, kalbimizi de yaratılışın hikmetine aç. Bize, renklerin diliyle yazılmış bu büyük kitabı okumayı nasip eyle.”
“O, yarattığı her şeyi güzel yapandır.” (Secde Suresi, 7. Ayet)