Ne tohumu attım bu dünyaya bilmem. Ne ektim de bu alemde, karşılığında sizi buldum. Zehir eksem, köhne bir karanlığın içinde yok olur kaybolurdum. Adıma bir güzel kelime bile yazılmadan, bir karşılığım olmadan yaşar giderdim öylesine. Gün ışığı sızarken bu zifiri karanlığın en umutlu yerinden, umuda tutunmayı bile bilmezdim şayet bir zehir olsaydım. Bu sebeple zehir ekmedim, zehir olarak da ekilmedim, ekilmiş de olamam. Neden mi? Bahçemde güller var da ondan, bahçem mis kokuyor da ondan, gözlerimin gördüğü rengarenk bir şölen de ondan. Ondan ötürü, hasatım ödüldür,hasatım annelik... Hayatta bazı şeyler vardır ki anlatılmaz; yaşanır, hissedilir, içte bir yere yerleşir ve oradan hiç çıkmaz. Bir annenin evlatlarına duyduğu sevgi de işte böyledir. Tarif edilemez bir derinlik, ölçülemez bir sükûnet, tanımlanamaz bir güvendir o. Özellikle de bu sevgi, hayatının anlamını iki kez bulan bir kadının kalbinden taşıyorsa...
İnsan bazen hayatta çok şeyle sınanır. Yorgunlukla, kayıplarla, umutsuzlukla, yalnızlıkla. Fakat sonra öyle bir an gelir ki, içindeki bütün eksiklikler bir anda tamamlanır. Bir bebek sesiyle, minik bir gülüşle, saf ve karşılıksız bir sevgiyle. İşte bu yüzden, bir kadının anne oluşu sadece biyolojik bir olay değil, ruhsal bir dönüşümdür. Ve bu dönüşüm, eğer iki kez yaşanmışsa, artık o kadın yalnızca bir birey değil, bir dünya taşıyıcısıdır. İki can, iki kader, iki ayrı umutla yürüyen bir yürektir.
İlk evladını kucağına aldığında, hayatın başka bir yüzünü görür insan. Daha önce hiç tanımadığı bir korku yerleşir içine; kaybetme korkusu. Ama aynı anda öyle güçlü bir bağ oluşur ki, her korku gölgede kalır. İlk bakışta anlaşılır ki bu sevgi öyle kolay kolay tükenmez. Aksine, her gün çoğalır, genişler, derinleşir. Zaman geçer, bebek büyür; anne büyür. İkisi birden değişir, dönüşür.
Sonra ikinci evlat gelir. “Kalbimde bu kadar sevgiye yer var mı?” sorusu düşer annenin içine. Ama o sevgi öyle bir şekilde yer açar ki kendine, annenin yüreği iki çocuğun sıcaklığıyla yeniden şekillenir. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Her adımda iki ses, her gecede iki nefes, her duada iki isim vardır. Ve anne anlar ki, çoğalmak eksilmek değilmiş aslında; çoğalmak tamamlanmakmış.
İki evlada sahip olmak, bir kadını yalnızca anne yapmaz; onu hayata karşı daha dirençli, daha sabırlı, daha güçlü kılar. Bu iki can, onun hem aynası hem yol arkadaşıdır. Onlar sayesinde yeniden öğrenir hayatı: Sevinmeyi, korkmayı, beklemeyi, affetmeyi, çoğu zaman da kendini unutmayı. Ama nedense hiçbir zaman şikâyet etmez. Çünkü o bilir ki, bu iki çocuk onun yeryüzündeki mucizesidir. Onlar geldiğinde hayatına sadece ses gelmemiştir; umut, güzellik, inanç da gelmiştir.
Denir ki, insan bir kez gerçekten sever. Ama anne, iki kez sever; hem iki evladını hem onlarla birlikte yeniden doğmuş kendi halini. Çünkü bu sevgi, hiçbir karşılık beklemeyen, dünyadaki tüm dillerin ötesinde bir dildir. Annenin kalbinde yazılı, yalnızca çocuklarının okuduğu bir şiirdir bu.
Ve şimdi o kadın, her akşam başucunda iki uyuyan yüzü izlerken şunu düşünür: “Ben bazen kırıldım, bazen yoruldum. Ama her şeye değdi. Çünkü iki evlatla yeniden doğdum. Ve bu dünyada sahip olabileceğim en büyük şans, en büyük güzellik buydu.”